26 Aralık 2016 Pazartesi

AŞKIN YOLCUSU 1. bölüm

Gün dönüpte yenik düşünce geceye. Başlar ızdıraplı saatler. Avucu kanlar içinde şem. Yanmaya başlar Aşk acısıyla, yandıkça ısınır kanlar, boşalmaya başlar. Dokuz kat semaya. Ne imkansız ya Rab... Ne hazin… Bu gönül sevdası, bu aşk acısı. Yakıyor kanatlarını ateş. Yaktıkça yaklaşıyor kelebek. Görenler arafta sanır. Duyulmaz feryatları. Tam kavuştum derken. Kızgın ateş yakar sevdasını. Kelebek ulaşamayınca ona doğru. Mum kavuşamayınca ona doğru. Aşk ateşi yakar mumu, eritir damla damla. Ve sevdasına ulaşamayan kelebek. Her çabalayışında yanar kanatları. Yanar o eşşiz güzelliği. Bir yandan şem erir aşkından, bir yandan pervane. Yaktıkça ateş, kanatlarını kelebeğin. Bir ölür, bir dirilir. Mum bekledikçe,pervane kavuşmaya çalıştıkça. Yandılar…eridiler...
Mum son kanını akıtmakta. Hasret bitirdi mumu. Kelebeğin kanatları ise tükenmekte. Ne kadar zormuş ya Rab. Şem ile bir şeb, şem ile bir meşk… Ne kadar zormuş ya Rab. Ve bitti mumdaki kan, tükendi pervane, yığıldı sereserpe
            İsadan sonra Rebiülevvel ayının 19. Gününün sabahı Endülüs şiltesi yatağından, hafifçe doğruldu Rumi. Bu ay, adını, Arapça "bahar" demek olan "rebi" kelimesinden almıştır. Araplar "Rebiu'ş-Şuhür" ve "Rebiul-Ezmine" şeklinde iki baharlı bir zaman anlayışına sahiptiler. Rebiu'ş-Şuhür, Safer ayını takip eden iki aydır. Rebiul-Ezmine ise, bahar ve güz mevsimlerini ifade etmektedir. Çiçeklerin açtığı zamana Rebiul-Evvel, meyvelerin olgunlaştığı zamana da Rebiu's-Sani denilmekteydi.  
Gözlerini kapatması ile açması aynı anda oldu. Kendisini yatağın üzerinde odaya kuş bakışı olarak baktığını fark etti. Şems’in Konyayı terk ettiği zamanlardı. Rumi ona yazdığı şiirleri ve mektupları başucunda biriktiriyordu. Sahibine varamayan sözlerdi bunlar. Menzile ulaşmayan ok neye yarardı? Şems’i sindirebilmek kolay meziyet değildi. Şems güneşti. Önce güneş sonra deniz olmalı. Onun yolunda çırağım, yolcuyum, bir çakıl taşıyım.
“Nasibini ye Cennette bana arkadaş ol…”
            Yine aynı rüyayı görmüştü Rumi. Yeşil kubbesi olan eski bir mezara benzeyen Sakin huzur dolu aydınlık bir odaya gelir  Tam o sırada odanın ortasında güneş gibi göz kamaştıran bir ışık kütlesinin olduğunu fark eder. Işık kütlesine sorar burası neresi diye. Işık cevap vermez  O anda sandukanın üzerinden bir merdiven yükselir.ışık kütlesi Rumiye abdest alması gerektiğini söyler. rumi abdest alır ve merdivenlerden aşağı kahverengi sarıklı iki kişinin indiğini görür.  Kendisini bi anda sofrada bulur. Kahverengi sarıklı iki kişi, bir ışık kütlesi ve Rumi göz kamaştıran bir sessizlik rumi endişeli ve meraklı bir şekilde bekler masada bir somun ekmek ve bir tas.
 “Niçin olmasın, niçin olmasın”
diye bir ses yükseldi ışık kütlesinden.
“Nasibini ye cennette bana arkadaş ol”
 dedikten sonra 3ü birden kayboldu ve rumi gözlerini aralayarak hafifçe doğruldu.





Üçüncü Mektup:

Güller Şems diye açmıyorsa, gülün kokusunu neyleyeyim, Ayrılığı ağlatamayan gecenin karanlığını neyleyeyim. Şems'siz sofranın balını böreğini neyleyeyim, Beni kavurmayan acıyı neyleyeyim. Gözümü yakmayan gözyaşını neyleyeyim, Karanlığıma Şems olamayan yari neyleyeyim. Canını yoluma post eylemeyen dostu neyleyeyim, Şems gibi bakmayan gözü neyleyeyim. Yârenin yüreğine merhem olmayan sözü neyleyeyim, Kır kalemimi ey felek! Şems yoksa ne diye devran edersin alemde, Zerrede alemi, alemde aşkı yaşamayan Adem’i neyleyim.

Sensizliğe alışmak, her türlü teselli sözü, bir ihanet geliyor kulağıma. Ne tuhaf ki, dün seni bana kötüleyen diller, bugün sensizliğin efkârındaki Mevlâna’yı teselli için dil döküyorlardı. Her türlü teselli sözü bir ihanet geliyor kulağıma. Parmaklarım alev alev yanıyor. Kâğıt tutuşacak, mektup yanacak diye çekiniyorum. Cehennemden betermiş, seni kazanmak için senden uzaklaşmak.

Kırk senedir beklediğimdin, geç bulduğumdun, şimdi yoksun. Daha kaç sene bekleyeceğim. Çöldeki kumlar kadar susuzum, gelişin nisan yağmuru olsun. Hani dergahımızın avlusuna bakırdan koskoca bir tas koymuştun. Nisan yağmurları dolsun da orucumuzu bin bereketli yağmurla açalım diye. Gönlümün nisan yağmurlarıyla ıslanan gülü açmayacak mısın halâ?

Sözlerin kulaklarımda halâ taze, kelimeler yıldız yıldız, cümlelerin mehtapların en şahanesi. Tebessümün geliyor gözümün önüne, vuslat gibi güzel bir sabah güneş gülüşlerin. Biz birbiriyle genişleyen, kenetlenen ve sonsuzlaşan tek ruhuz.

Gel Şems, ayakların kudüm olsun, kolların rebap, soluğun ney olup vuslat müjdesini üfleyerek gel. Nasıl bir pınarsın sen Şems? İçtikçe susadığım. Nasıl bir ateşsin sen ey Şems? Yandıkça serinlediğim. Sen görünüşte etten kemikten ibaret bir insan; ama bütün insanlığı kalbinde taşıyan.

Senin yüzünü görmedikten sonra, varsayalım ki yüzlerce dünya görmüşüm, ne çıkar? Güzelliğini kimlere sorayım senin, say ki herkese sormuşum, kim anlatacak? Sana kavuşmadıktan sonra tut ki, cennette ebediyim, hurilerle eşim, devlet yar olmuş bana, ne çıkar bunlardan?

Ayrılık bulutu senin ay yüzünü örttükten sonra, o bulut tut ki başıma inciler mücevherler yağdırmış, ne kârım olur bundan?

Şu aşağılık büyücü karı olan dünya, madem ki yok olup gidecek bir gün, tahtını, bahtını, dünya hazinelerini bana bağışlamışlar kabul et, ne olur ki yani?

Senin aşkın yüzünden bütün dünya beni kötülese pervam olmaz, say ki gerçek hakkında yüzlerce yalan söylenmiş, ne önemi olur bunların?

Aşk suskunluğumdu benim,
Aşk yangınımdı benim,
Aşk vurgunumdu benim,
Aşk yazımdı benim,
Aşk yasağımdı benim,
Aşk itirafımdı benim,
Aşk heyecanımdı benim!

Tek varlığım ve tek yokluğum,
yaram ve merhemim,
kazanmadığım ama hep kaybettiğim.
Evet, buydu aşk!

Özledim, ey Şems özledim, çık gel Allah aşkına!

Aşkın insanı büyüttüğünü, olgunlaştırdığını da öğrendim artık. Bu yaşıma kadar kimse öğretmedi bana aşkın karşılıksız olduğunu. Sadece gönülden sevenin bu acıyla kavrulacağını, sevilenin ise sevildiğini bilmeyeceğini.

Şükürler olsun “Sana” bana hayatta öğretilmeyenleri hissettirdin. Hiç kimse için yapamayacaklarımı yaptım. Pişman mıyım? Hayır, hiç pişman olmadım ve aşkı sonsuzluğuma saklarken bile mutluyum. Hayatımın son basamaklarında bana böyle bir aşkı yaşattın. Seni sevmeme izin verdiğin için teşekkür ederim.(Hz. Mevlana)






Zühul etti Afitâb.
Eşkden yana çeşmden içre.
Ayrıldı yollar sühanda
Bezmi elesti meclisinde
Vurdu sazına tellal
Tenasüh uzuvlar çıktı meydana
İnkar etti lal olan dil
Gövdeler yerinde lakin
Başlar başka alemde

Döküldü cihanın aynası
Bir perde suretine.

Hırsız tabutuna gömüldü siyah kefenler.
Bir ince çizgi,geçmek ne mümkün
Adımlar titrek,alevler baskın.
Dizilmiş hayatlar uçurumun kenarına.
Gözucuyla bakmak ne mümkün,
Dirhemin Musayı titretti.


İnce bir çizgi üstünde,
Bir elinde hayal,bir elinde hakikat.
Ne mümkün dengede durmak
Nizam terazisinde.

Hani nerde o görklü dünya,
Nerde safi gümüşlerin,safi elmasların.
Hani nerde şanlı kudüs, nerde mısırın Züleyhası.
Havarileri burda, ya İsa

Kitaplara düşmez artık,
Senin elemini okumak.

Kelimeler, kelimeler..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder