Gün
dönüpte yenik düşünce geceye. Başlar ızdıraplı saatler. Avucu kanlar içinde
şem. Yanmaya başlar Aşk acısıyla, yandıkça ısınır kanlar, boşalmaya başlar.
Dokuz kat semaya. Ne imkansız ya Rab... Ne hazin… Bu gönül sevdası, bu aşk
acısı. Yakıyor kanatlarını ateş. Yaktıkça yaklaşıyor kelebek. Görenler arafta
sanır. Duyulmaz feryatları. Tam kavuştum derken. Kızgın ateş yakar sevdasını.
Kelebek ulaşamayınca ona doğru. Mum kavuşamayınca ona doğru. Aşk ateşi yakar
mumu, eritir damla damla. Ve sevdasına ulaşamayan kelebek. Her çabalayışında
yanar kanatları. Yanar o eşşiz güzelliği. Bir yandan şem erir aşkından, bir
yandan pervane. Yaktıkça ateş, kanatlarını kelebeğin. Bir ölür, bir dirilir.
Mum bekledikçe,pervane kavuşmaya çalıştıkça. Yandılar…eridiler...
Mum
son kanını akıtmakta. Hasret bitirdi mumu. Kelebeğin kanatları ise tükenmekte.
Ne kadar zormuş ya Rab. Şem ile bir şeb, şem ile bir meşk… Ne kadar zormuş ya
Rab. Ve bitti mumdaki kan, tükendi pervane, yığıldı sereserpe
İsadan sonra Rebiülevvel ayının 19. Gününün sabahı
Endülüs şiltesi yatağından, hafifçe doğruldu Rumi. Bu ay, adını, Arapça
"bahar" demek olan "rebi" kelimesinden almıştır. Araplar
"Rebiu'ş-Şuhür" ve "Rebiul-Ezmine" şeklinde iki baharlı bir
zaman anlayışına sahiptiler. Rebiu'ş-Şuhür, Safer ayını takip eden iki aydır.
Rebiul-Ezmine ise, bahar ve güz mevsimlerini ifade etmektedir. Çiçeklerin
açtığı zamana Rebiul-Evvel, meyvelerin olgunlaştığı zamana da Rebiu's-Sani
denilmekteydi.
Gözlerini
kapatması ile açması aynı anda oldu. Kendisini yatağın üzerinde odaya kuş
bakışı olarak baktığını fark etti. Şems’in Konyayı terk ettiği zamanlardı. Rumi
ona yazdığı şiirleri ve mektupları başucunda biriktiriyordu. Sahibine varamayan
sözlerdi bunlar. Menzile ulaşmayan ok neye yarardı? Şems’i sindirebilmek kolay
meziyet değildi. Şems güneşti. Önce güneş sonra deniz olmalı. Onun yolunda
çırağım, yolcuyum, bir çakıl taşıyım.
“Nasibini
ye Cennette bana arkadaş ol…”
Yine
aynı rüyayı görmüştü Rumi. Yeşil kubbesi olan eski bir mezara benzeyen Sakin
huzur dolu aydınlık bir odaya gelir Tam
o sırada odanın ortasında güneş gibi göz kamaştıran bir ışık kütlesinin
olduğunu fark eder. Işık kütlesine sorar burası neresi diye. Işık cevap vermez O anda sandukanın üzerinden bir merdiven
yükselir.ışık kütlesi Rumiye abdest alması gerektiğini söyler. rumi abdest alır
ve merdivenlerden aşağı kahverengi sarıklı iki kişinin indiğini görür. Kendisini bi anda sofrada bulur. Kahverengi
sarıklı iki kişi, bir ışık kütlesi ve Rumi göz kamaştıran bir sessizlik rumi
endişeli ve meraklı bir şekilde bekler masada bir somun ekmek ve bir tas.
“Niçin olmasın, niçin olmasın”
diye bir ses yükseldi
ışık kütlesinden.
“Nasibini ye cennette
bana arkadaş ol”
dedikten sonra 3ü birden kayboldu ve rumi
gözlerini aralayarak hafifçe doğruldu.
Üçüncü
Mektup:
Güller
Şems diye açmıyorsa, gülün kokusunu neyleyeyim, Ayrılığı ağlatamayan gecenin
karanlığını neyleyeyim. Şems'siz sofranın balını böreğini neyleyeyim, Beni
kavurmayan acıyı neyleyeyim. Gözümü yakmayan gözyaşını neyleyeyim, Karanlığıma
Şems olamayan yari neyleyeyim. Canını yoluma post eylemeyen dostu neyleyeyim,
Şems gibi bakmayan gözü neyleyeyim. Yârenin yüreğine merhem olmayan sözü
neyleyeyim, Kır kalemimi ey felek! Şems yoksa ne diye devran edersin alemde,
Zerrede alemi, alemde aşkı yaşamayan Adem’i neyleyim.
Sensizliğe alışmak, her türlü teselli sözü, bir ihanet geliyor kulağıma. Ne
tuhaf ki, dün seni bana kötüleyen diller, bugün sensizliğin efkârındaki
Mevlâna’yı teselli için dil döküyorlardı. Her türlü teselli sözü bir ihanet
geliyor kulağıma. Parmaklarım alev alev yanıyor. Kâğıt tutuşacak, mektup
yanacak diye çekiniyorum. Cehennemden betermiş, seni kazanmak için senden
uzaklaşmak.
Kırk senedir beklediğimdin, geç bulduğumdun, şimdi yoksun. Daha kaç sene
bekleyeceğim. Çöldeki kumlar kadar susuzum, gelişin nisan yağmuru olsun. Hani
dergahımızın avlusuna bakırdan koskoca bir tas koymuştun. Nisan yağmurları
dolsun da orucumuzu bin bereketli yağmurla açalım diye. Gönlümün nisan
yağmurlarıyla ıslanan gülü açmayacak mısın halâ?
Sözlerin kulaklarımda halâ taze, kelimeler yıldız yıldız, cümlelerin
mehtapların en şahanesi. Tebessümün geliyor gözümün önüne, vuslat gibi güzel
bir sabah güneş gülüşlerin. Biz birbiriyle genişleyen, kenetlenen ve
sonsuzlaşan tek ruhuz.
Gel Şems, ayakların kudüm olsun, kolların rebap, soluğun ney olup vuslat
müjdesini üfleyerek gel. Nasıl bir pınarsın sen Şems? İçtikçe susadığım. Nasıl
bir ateşsin sen ey Şems? Yandıkça serinlediğim. Sen görünüşte etten kemikten
ibaret bir insan; ama bütün insanlığı kalbinde taşıyan.
Senin yüzünü görmedikten sonra, varsayalım ki yüzlerce dünya görmüşüm, ne
çıkar? Güzelliğini kimlere sorayım senin, say ki herkese sormuşum, kim
anlatacak? Sana kavuşmadıktan sonra tut ki, cennette ebediyim, hurilerle eşim,
devlet yar olmuş bana, ne çıkar bunlardan?
Ayrılık bulutu senin ay yüzünü örttükten sonra, o bulut tut ki başıma inciler
mücevherler yağdırmış, ne kârım olur bundan?
Şu aşağılık büyücü karı olan dünya, madem ki yok olup gidecek bir gün, tahtını,
bahtını, dünya hazinelerini bana bağışlamışlar kabul et, ne olur ki yani?
Senin aşkın yüzünden bütün dünya beni kötülese pervam olmaz, say ki gerçek
hakkında yüzlerce yalan söylenmiş, ne önemi olur bunların?
Aşk suskunluğumdu benim,
Aşk yangınımdı benim,
Aşk vurgunumdu benim,
Aşk yazımdı benim,
Aşk yasağımdı benim,
Aşk itirafımdı benim,
Aşk heyecanımdı benim!
Tek varlığım ve tek yokluğum,
yaram ve merhemim,
kazanmadığım ama hep kaybettiğim.
Evet, buydu aşk!
Özledim, ey Şems özledim, çık gel Allah aşkına!
Aşkın insanı büyüttüğünü, olgunlaştırdığını da öğrendim artık. Bu yaşıma kadar
kimse öğretmedi bana aşkın karşılıksız olduğunu. Sadece gönülden sevenin bu
acıyla kavrulacağını, sevilenin ise sevildiğini bilmeyeceğini.
Şükürler olsun “Sana” bana hayatta öğretilmeyenleri hissettirdin. Hiç kimse
için yapamayacaklarımı yaptım. Pişman mıyım? Hayır, hiç pişman olmadım ve aşkı
sonsuzluğuma saklarken bile mutluyum. Hayatımın son basamaklarında bana böyle
bir aşkı yaşattın. Seni sevmeme izin verdiğin için teşekkür ederim.(Hz.
Mevlana)
Zühul
etti Afitâb.
Eşkden
yana çeşmden içre.
Ayrıldı
yollar sühanda
Bezmi
elesti meclisinde
Vurdu
sazına tellal
Tenasüh
uzuvlar çıktı meydana
İnkar
etti lal olan dil
Gövdeler
yerinde lakin
Başlar
başka alemde
Döküldü
cihanın aynası
Bir
perde suretine.
Hırsız
tabutuna gömüldü siyah kefenler.
Bir
ince çizgi,geçmek ne mümkün
Adımlar
titrek,alevler baskın.
Dizilmiş
hayatlar uçurumun kenarına.
Gözucuyla
bakmak ne mümkün,
Dirhemin
Musayı titretti.
İnce
bir çizgi üstünde,
Bir
elinde hayal,bir elinde hakikat.
Ne
mümkün dengede durmak
Nizam
terazisinde.
Hani
nerde o görklü dünya,
Nerde
safi gümüşlerin,safi elmasların.
Hani
nerde şanlı kudüs, nerde mısırın Züleyhası.
Havarileri
burda, ya İsa
Kitaplara
düşmez artık,
Senin
elemini okumak.
Kelimeler,
kelimeler..
Gün
dönüpte yenik düşünce geceye. Başlar ızdıraplı saatler. Avucu kanlar içinde
şem. Yanmaya başlar Aşk acısıyla, yandıkça ısınır kanlar, boşalmaya başlar.
Dokuz kat semaya. Ne imkansız ya Rab... Ne hazin… Bu gönül sevdası, bu aşk
acısı. Yakıyor kanatlarını ateş. Yaktıkça yaklaşıyor kelebek. Görenler arafta
sanır. Duyulmaz feryatları. Tam kavuştum derken. Kızgın ateş yakar sevdasını.
Kelebek ulaşamayınca ona doğru. Mum kavuşamayınca ona doğru. Aşk ateşi yakar
mumu, eritir damla damla. Ve sevdasına ulaşamayan kelebek. Her çabalayışında
yanar kanatları. Yanar o eşşiz güzelliği. Bir yandan şem erir aşkından, bir
yandan pervane. Yaktıkça ateş, kanatlarını kelebeğin. Bir ölür, bir dirilir.
Mum bekledikçe,pervane kavuşmaya çalıştıkça. Yandılar…eridiler...
Mum
son kanını akıtmakta. Hasret bitirdi mumu. Kelebeğin kanatları ise tükenmekte.
Ne kadar zormuş ya Rab. Şem ile bir şeb, şem ile bir meşk… Ne kadar zormuş ya
Rab. Ve bitti mumdaki kan, tükendi pervane, yığıldı sereserpe
İsadan sonra Rebiülevvel ayının 19. Gününün sabahı
Endülüs şiltesi yatağından, hafifçe doğruldu Rumi. Bu ay, adını, Arapça
"bahar" demek olan "rebi" kelimesinden almıştır. Araplar
"Rebiu'ş-Şuhür" ve "Rebiul-Ezmine" şeklinde iki baharlı bir
zaman anlayışına sahiptiler. Rebiu'ş-Şuhür, Safer ayını takip eden iki aydır.
Rebiul-Ezmine ise, bahar ve güz mevsimlerini ifade etmektedir. Çiçeklerin
açtığı zamana Rebiul-Evvel, meyvelerin olgunlaştığı zamana da Rebiu's-Sani
denilmekteydi.
Gözlerini
kapatması ile açması aynı anda oldu. Kendisini yatağın üzerinde odaya kuş
bakışı olarak baktığını fark etti. Şems’in Konyayı terk ettiği zamanlardı. Rumi
ona yazdığı şiirleri ve mektupları başucunda biriktiriyordu. Sahibine varamayan
sözlerdi bunlar. Menzile ulaşmayan ok neye yarardı? Şems’i sindirebilmek kolay
meziyet değildi. Şems güneşti. Önce güneş sonra deniz olmalı. Onun yolunda
çırağım, yolcuyum, bir çakıl taşıyım.
“Nasibini
ye Cennette bana arkadaş ol…”
Yine
aynı rüyayı görmüştü Rumi. Yeşil kubbesi olan eski bir mezara benzeyen Sakin
huzur dolu aydınlık bir odaya gelir Tam
o sırada odanın ortasında güneş gibi göz kamaştıran bir ışık kütlesinin
olduğunu fark eder. Işık kütlesine sorar burası neresi diye. Işık cevap vermez O anda sandukanın üzerinden bir merdiven
yükselir.ışık kütlesi Rumiye abdest alması gerektiğini söyler. rumi abdest alır
ve merdivenlerden aşağı kahverengi sarıklı iki kişinin indiğini görür. Kendisini bi anda sofrada bulur. Kahverengi
sarıklı iki kişi, bir ışık kütlesi ve Rumi göz kamaştıran bir sessizlik rumi
endişeli ve meraklı bir şekilde bekler masada bir somun ekmek ve bir tas.
“Niçin olmasın, niçin olmasın”
diye bir ses yükseldi
ışık kütlesinden.
“Nasibini ye cennette
bana arkadaş ol”
dedikten sonra 3ü birden kayboldu ve rumi
gözlerini aralayarak hafifçe doğruldu.
Üçüncü
Mektup:
Güller
Şems diye açmıyorsa, gülün kokusunu neyleyeyim, Ayrılığı ağlatamayan gecenin
karanlığını neyleyeyim. Şems'siz sofranın balını böreğini neyleyeyim, Beni
kavurmayan acıyı neyleyeyim. Gözümü yakmayan gözyaşını neyleyeyim, Karanlığıma
Şems olamayan yari neyleyeyim. Canını yoluma post eylemeyen dostu neyleyeyim,
Şems gibi bakmayan gözü neyleyeyim. Yârenin yüreğine merhem olmayan sözü
neyleyeyim, Kır kalemimi ey felek! Şems yoksa ne diye devran edersin alemde,
Zerrede alemi, alemde aşkı yaşamayan Adem’i neyleyim.
Sensizliğe alışmak, her türlü teselli sözü, bir ihanet geliyor kulağıma. Ne tuhaf ki, dün seni bana kötüleyen diller, bugün sensizliğin efkârındaki Mevlâna’yı teselli için dil döküyorlardı. Her türlü teselli sözü bir ihanet geliyor kulağıma. Parmaklarım alev alev yanıyor. Kâğıt tutuşacak, mektup yanacak diye çekiniyorum. Cehennemden betermiş, seni kazanmak için senden uzaklaşmak.
Kırk senedir beklediğimdin, geç bulduğumdun, şimdi yoksun. Daha kaç sene bekleyeceğim. Çöldeki kumlar kadar susuzum, gelişin nisan yağmuru olsun. Hani dergahımızın avlusuna bakırdan koskoca bir tas koymuştun. Nisan yağmurları dolsun da orucumuzu bin bereketli yağmurla açalım diye. Gönlümün nisan yağmurlarıyla ıslanan gülü açmayacak mısın halâ?
Sözlerin kulaklarımda halâ taze, kelimeler yıldız yıldız, cümlelerin mehtapların en şahanesi. Tebessümün geliyor gözümün önüne, vuslat gibi güzel bir sabah güneş gülüşlerin. Biz birbiriyle genişleyen, kenetlenen ve sonsuzlaşan tek ruhuz.
Gel Şems, ayakların kudüm olsun, kolların rebap, soluğun ney olup vuslat müjdesini üfleyerek gel. Nasıl bir pınarsın sen Şems? İçtikçe susadığım. Nasıl bir ateşsin sen ey Şems? Yandıkça serinlediğim. Sen görünüşte etten kemikten ibaret bir insan; ama bütün insanlığı kalbinde taşıyan.
Senin yüzünü görmedikten sonra, varsayalım ki yüzlerce dünya görmüşüm, ne çıkar? Güzelliğini kimlere sorayım senin, say ki herkese sormuşum, kim anlatacak? Sana kavuşmadıktan sonra tut ki, cennette ebediyim, hurilerle eşim, devlet yar olmuş bana, ne çıkar bunlardan?
Ayrılık bulutu senin ay yüzünü örttükten sonra, o bulut tut ki başıma inciler mücevherler yağdırmış, ne kârım olur bundan?
Şu aşağılık büyücü karı olan dünya, madem ki yok olup gidecek bir gün, tahtını, bahtını, dünya hazinelerini bana bağışlamışlar kabul et, ne olur ki yani?
Senin aşkın yüzünden bütün dünya beni kötülese pervam olmaz, say ki gerçek hakkında yüzlerce yalan söylenmiş, ne önemi olur bunların?
Aşk suskunluğumdu benim,
Aşk yangınımdı benim,
Aşk vurgunumdu benim,
Aşk yazımdı benim,
Aşk yasağımdı benim,
Aşk itirafımdı benim,
Aşk heyecanımdı benim!
Tek varlığım ve tek yokluğum,
yaram ve merhemim,
kazanmadığım ama hep kaybettiğim.
Evet, buydu aşk!
Özledim, ey Şems özledim, çık gel Allah aşkına!
Aşkın insanı büyüttüğünü, olgunlaştırdığını da öğrendim artık. Bu yaşıma kadar kimse öğretmedi bana aşkın karşılıksız olduğunu. Sadece gönülden sevenin bu acıyla kavrulacağını, sevilenin ise sevildiğini bilmeyeceğini.
Şükürler olsun “Sana” bana hayatta öğretilmeyenleri hissettirdin. Hiç kimse için yapamayacaklarımı yaptım. Pişman mıyım? Hayır, hiç pişman olmadım ve aşkı sonsuzluğuma saklarken bile mutluyum. Hayatımın son basamaklarında bana böyle bir aşkı yaşattın. Seni sevmeme izin verdiğin için teşekkür ederim.(Hz. Mevlana)
Sensizliğe alışmak, her türlü teselli sözü, bir ihanet geliyor kulağıma. Ne tuhaf ki, dün seni bana kötüleyen diller, bugün sensizliğin efkârındaki Mevlâna’yı teselli için dil döküyorlardı. Her türlü teselli sözü bir ihanet geliyor kulağıma. Parmaklarım alev alev yanıyor. Kâğıt tutuşacak, mektup yanacak diye çekiniyorum. Cehennemden betermiş, seni kazanmak için senden uzaklaşmak.
Kırk senedir beklediğimdin, geç bulduğumdun, şimdi yoksun. Daha kaç sene bekleyeceğim. Çöldeki kumlar kadar susuzum, gelişin nisan yağmuru olsun. Hani dergahımızın avlusuna bakırdan koskoca bir tas koymuştun. Nisan yağmurları dolsun da orucumuzu bin bereketli yağmurla açalım diye. Gönlümün nisan yağmurlarıyla ıslanan gülü açmayacak mısın halâ?
Sözlerin kulaklarımda halâ taze, kelimeler yıldız yıldız, cümlelerin mehtapların en şahanesi. Tebessümün geliyor gözümün önüne, vuslat gibi güzel bir sabah güneş gülüşlerin. Biz birbiriyle genişleyen, kenetlenen ve sonsuzlaşan tek ruhuz.
Gel Şems, ayakların kudüm olsun, kolların rebap, soluğun ney olup vuslat müjdesini üfleyerek gel. Nasıl bir pınarsın sen Şems? İçtikçe susadığım. Nasıl bir ateşsin sen ey Şems? Yandıkça serinlediğim. Sen görünüşte etten kemikten ibaret bir insan; ama bütün insanlığı kalbinde taşıyan.
Senin yüzünü görmedikten sonra, varsayalım ki yüzlerce dünya görmüşüm, ne çıkar? Güzelliğini kimlere sorayım senin, say ki herkese sormuşum, kim anlatacak? Sana kavuşmadıktan sonra tut ki, cennette ebediyim, hurilerle eşim, devlet yar olmuş bana, ne çıkar bunlardan?
Ayrılık bulutu senin ay yüzünü örttükten sonra, o bulut tut ki başıma inciler mücevherler yağdırmış, ne kârım olur bundan?
Şu aşağılık büyücü karı olan dünya, madem ki yok olup gidecek bir gün, tahtını, bahtını, dünya hazinelerini bana bağışlamışlar kabul et, ne olur ki yani?
Senin aşkın yüzünden bütün dünya beni kötülese pervam olmaz, say ki gerçek hakkında yüzlerce yalan söylenmiş, ne önemi olur bunların?
Aşk suskunluğumdu benim,
Aşk yangınımdı benim,
Aşk vurgunumdu benim,
Aşk yazımdı benim,
Aşk yasağımdı benim,
Aşk itirafımdı benim,
Aşk heyecanımdı benim!
Tek varlığım ve tek yokluğum,
yaram ve merhemim,
kazanmadığım ama hep kaybettiğim.
Evet, buydu aşk!
Özledim, ey Şems özledim, çık gel Allah aşkına!
Aşkın insanı büyüttüğünü, olgunlaştırdığını da öğrendim artık. Bu yaşıma kadar kimse öğretmedi bana aşkın karşılıksız olduğunu. Sadece gönülden sevenin bu acıyla kavrulacağını, sevilenin ise sevildiğini bilmeyeceğini.
Şükürler olsun “Sana” bana hayatta öğretilmeyenleri hissettirdin. Hiç kimse için yapamayacaklarımı yaptım. Pişman mıyım? Hayır, hiç pişman olmadım ve aşkı sonsuzluğuma saklarken bile mutluyum. Hayatımın son basamaklarında bana böyle bir aşkı yaşattın. Seni sevmeme izin verdiğin için teşekkür ederim.(Hz. Mevlana)
Zühul
etti Afitâb.
Eşkden
yana çeşmden içre.
Ayrıldı
yollar sühanda
Bezmi
elesti meclisinde
Vurdu
sazına tellal
Tenasüh
uzuvlar çıktı meydana
İnkar
etti lal olan dil
Gövdeler
yerinde lakin
Başlar
başka alemde
Döküldü
cihanın aynası
Bir
perde suretine.
Hırsız
tabutuna gömüldü siyah kefenler.
Bir
ince çizgi,geçmek ne mümkün
Adımlar
titrek,alevler baskın.
Dizilmiş
hayatlar uçurumun kenarına.
Gözucuyla
bakmak ne mümkün,
Dirhemin
Musayı titretti.
İnce
bir çizgi üstünde,
Bir
elinde hayal,bir elinde hakikat.
Ne
mümkün dengede durmak
Nizam
terazisinde.
Hani
nerde o görklü dünya,
Nerde
safi gümüşlerin,safi elmasların.
Hani
nerde şanlı kudüs, nerde mısırın Züleyhası.
Havarileri
burda, ya İsa
Kitaplara
düşmez artık,
Senin
elemini okumak.
Kelimeler,
kelimeler..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder