Sabahın ilk ışıkları vadide birleşen ufuk çizgisinden
göğe doğru ilmek ilmek yükselmekteydi. Gökyüzünden topladığı yıldızlar solmuştu
yumuk ellerinde. Küçücük yüreğine sığdıramadığı o yıldızlar. Eslem, daha yedi
yaşındaydı. O küçücük bedenine yüklenen acılar, gökyüzüne sığmazdı. Gözetim
altında şimdi, beyninde kist oluşmuş.
Daha çok küçük. Önünde
uzun bir hayat onu bekliyor. Parka gidecek, koşup oynayacak, tahterevalliye
binecek. bazen düşecek, ağlayacak, gözyaşlarını silecek o küçücük elleriyle
sonra tekrar devam edecek oynamaya hiçbir şey olmamış gibi. Üç hafta önce
ameliyat oldu. Doktorlar başındaki kisti temizlediler. Yoğun bakımda kaldı
birkaç gün. Eslemi güneş gören bir odaya aldılar. Üç gündür başında bir şiş
oluşmaya başladı. Doktorlar olmaması gerekirdi diyorlar. Onu indirmeye
çalışıyorlar yoksa tekrar ameliyat olacakmış. Küçücük beden bir ameliyatı daha
nasıl kaldıracak demiyorlar. Şişin inmesini bekliyoruz çaresizce.
Eslem iyice alışmıştı artık hastanenin o tarif edilemeyen
kokusuna. Güneşe doğru gözlerini kısarak, başparmağı ile işaret parmağını
birleştirdi.
“
Görüyor musun bak iki parmağımla tutabiliyorum.” Savaştan yeni çıkmanın
yorgunluğuyla, zafer kazanmış bir komutan edasıyla söylüyordu bunu. ‘Anlamadım
neyi tutuyorsun?’ Eslem kızgın bir şekilde sol elinin işaret parmağıyla
pencereyi gösterdi.
“ İşte! Onu tutuyorum, güneşi tutuyorum” dedi
gözlerini ufuk çizgisine dikerek. ‘Onda ne var ki? Kolay o.’ Eslem bu
beklenmedik cevap karşısında üzülmüştü. Ellerini yavaş yavaş yana doğru
indirdi. Savaşı kaybetmişti. ‘Onda ne var ki ben dünyayı tutarım ellerimle’
Eslem hayrete düşmüş gibi gözlerini açtı. Dünyayı nasıl tutabilir ki elleriyle
diye içinden geçirirken.
“Olamaz,
bunu yapamazsın.” dedi güneşi tutmasının kolay olduğunu söylediği için intikam
alırcasına söyledi bunu. ‘ Dünya bizim gözlerimizden ibarettir. Gözlerini
tuttun mu dünyayı tutmuş olmaz mısın?’
Eslem
bir an duraksadı. Kaşlarını içe doğru çatarak.
“Doğru
söylüyorsun. Sen zaten her şeyi biliyorsun” dedi ve gözlerini yumdu. Öylece
uzun bir süre bekledi. Neden sonra ellerini indirdi ve gözlerini açtı.
“Ama
benim dünyam bu kadar karanlık değil ki. Hiç mi umut yok” dedi kelimeler acıyla
dökülüyordu dudaklarından. Başını önüne eğdi ve öylece kalakaldı. ‘Umut her
zaman vardır. Umut olmasa güneş doğmaz. Sen de tutamazsın ellerinle’
Eslem
cevap vermedi. Uzun süre önüne baktı sadece. Ayağa kalktı ve pencereye doğru
yöneldi küçük adımlarla. Sağ elinin işaret parmağıyla pencerenin camına vuruyordu.
Güneşe vuruyordu hafif hafif…
Tık…
tık… tık… tık… Pencerenin o tiz sesi kaplamıştı odayı.
“
Ben olmasam güneş doğmayacak mı sanki?” dedi cevap beklercesine. Ama cevap
gelmiyordu. Başını sallıyordu Eslem ama cevap gelmiyordu. Tekrar pencereye doğru
yöneleceği anda. ‘Evet doğacak. Sen olmasan da doğacak. Ama o zaman senin
üstüne doğmayacak. Hem dünyanın bir sürü rengi var. Sen neden hep siyahta
yaşıyorsun’ Güneşin üstüne
doğmaması ihtimali Eslem’i altüst etmişti.
“Siyahta
bir renk değil mi?” diye cevap verdi kızgın bir şekilde. Yorulmuştu, yatağına
doğru yöneldi. Sahi kaç gün oldu buraya geleli. Yatağa uzandı. Mavi örtüyle
ayaklarını örttü. Üşümüştü ayakları
“
Ne oldu? Neden bir şey söylemiyorsun? Hani sen her şeyi bilirdin?” dedi Eslem
gülümseyerek. Alaycı bir ifadeyle. ‘ Gökkuşağını düşünüyorum. Sever misin
sende?’
Biraz
şaşırdı Eslem. Bunun konumuzla ne alakası var diyecekken vazgeçti.
“Severim…
Hemde çok severim. Nasıl sevilmez ki gökkuşağı? Bulutlar toplandığında, babam
hep bir yağmur yağsada toprak koksa derdi. Ben merak ederdim. Toprak nasıl
kokardı bilmezdim. Babama da soramazdım. Utanırdım… Babam toprağın kokmasını
beklerken, ben gökkuşağını beklerdim. Gökkuşağının altından geçersen dileğin
kabul olurmuş. Ne zaman gökkuşağı çıksa, ben ona doğru koşardım. Babam arkamdan
seslenirdi. Nereye koşuyorsun kızım diye. Ben ona doğru döner. Gökkuşağının
altından geçeceğim derdim. Babam ise sevgiyle gülümserdi bana. Ama ona
gökkuşağının altından geçip annemin dönmesini dileyeceğimi söylemezdim. Üzülürdü
sonra babam. Hem hiç geçemedim altından. Annem de hiç geri dönmedi.”
Dönmedi
kelimesi hastane odasının duvarlarında uzun bir süre yankılandı. Eslem’in gök
mavisi gözlerinden bir damla gözyaşı süzüldü. Soğuktan sıcağa göç eden kuşlar
gibi. Önce yanaklarına düştü ilk damla, dudaklarına doğru yol aldı. Dudağının
üstünde ki ilk damlayı, alt dudağıyla alıp dudaklarını ıslattı. Duvara doğru
çevirdi gözlerini, bir nokta ararmışcasına baktı bir müddet. Tekrar ıslattı
dudaklarını.
“
O zamandan beri hep Annem kokar ilk damla” dedi Eslem son söz gibi yahut ilk
söz gibi.
Başını
yana çevirdi, gözlerini kapattı yavaş yavaş. İşaret parmağını kaldırdı. Bir şey
göstermeye çalışıyordu sanki. Aniden indi kolu ve derin bir uykuya daldı.
Gökkuşağı
gibi…
(Uğur KILIÇ)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder