23 Ocak 2017 Pazartesi

GÜNEŞİ TUTAN ELLER



            Sabahın ilk ışıkları vadide birleşen ufuk çizgisinden göğe doğru ilmek ilmek yükselmekteydi. Gökyüzünden topladığı yıldızlar solmuştu yumuk ellerinde. Küçücük yüreğine sığdıramadığı o yıldızlar. Eslem, daha yedi yaşındaydı. O küçücük bedenine yüklenen acılar, gökyüzüne sığmazdı. Gözetim altında şimdi, beyninde kist oluşmuş. 

        Daha çok küçük. Önünde uzun bir hayat onu bekliyor. Parka gidecek, koşup oynayacak, tahterevalliye binecek. bazen düşecek, ağlayacak, gözyaşlarını silecek o küçücük elleriyle sonra tekrar devam edecek oynamaya hiçbir şey olmamış gibi. Üç hafta önce ameliyat oldu. Doktorlar başındaki kisti temizlediler. Yoğun bakımda kaldı birkaç gün. Eslemi güneş gören bir odaya aldılar. Üç gündür başında bir şiş oluşmaya başladı. Doktorlar olmaması gerekirdi diyorlar. Onu indirmeye çalışıyorlar yoksa tekrar ameliyat olacakmış. Küçücük beden bir ameliyatı daha nasıl kaldıracak demiyorlar. Şişin inmesini bekliyoruz çaresizce.

            Eslem iyice alışmıştı artık hastanenin o tarif edilemeyen kokusuna. Güneşe doğru gözlerini kısarak, başparmağı ile işaret parmağını birleştirdi.

“ Görüyor musun bak iki parmağımla tutabiliyorum.” Savaştan yeni çıkmanın yorgunluğuyla, zafer kazanmış bir komutan edasıyla söylüyordu bunu. ‘Anlamadım neyi tutuyorsun?’ Eslem kızgın bir şekilde sol elinin işaret parmağıyla pencereyi gösterdi.

 “ İşte! Onu tutuyorum, güneşi tutuyorum” dedi gözlerini ufuk çizgisine dikerek. ‘Onda ne var ki? Kolay o.’ Eslem bu beklenmedik cevap karşısında üzülmüştü. Ellerini yavaş yavaş yana doğru indirdi. Savaşı kaybetmişti. ‘Onda ne var ki ben dünyayı tutarım ellerimle’ Eslem hayrete düşmüş gibi gözlerini açtı. Dünyayı nasıl tutabilir ki elleriyle diye içinden geçirirken.

“Olamaz, bunu yapamazsın.” dedi güneşi tutmasının kolay olduğunu söylediği için intikam alırcasına söyledi bunu. ‘ Dünya bizim gözlerimizden ibarettir. Gözlerini tuttun mu dünyayı tutmuş olmaz mısın?’

Eslem bir an duraksadı. Kaşlarını içe doğru çatarak.

“Doğru söylüyorsun. Sen zaten her şeyi biliyorsun” dedi ve gözlerini yumdu. Öylece uzun bir süre bekledi. Neden sonra ellerini indirdi ve gözlerini açtı.

“Ama benim dünyam bu kadar karanlık değil ki. Hiç mi umut yok” dedi kelimeler acıyla dökülüyordu dudaklarından. Başını önüne eğdi ve öylece kalakaldı. ‘Umut her zaman vardır. Umut olmasa güneş doğmaz. Sen de tutamazsın ellerinle’

Eslem cevap vermedi. Uzun süre önüne baktı sadece. Ayağa kalktı ve pencereye doğru yöneldi küçük adımlarla. Sağ elinin işaret parmağıyla pencerenin camına vuruyordu. Güneşe vuruyordu hafif hafif…

Tık… tık… tık… tık… Pencerenin o tiz sesi kaplamıştı odayı.

“ Ben olmasam güneş doğmayacak mı sanki?” dedi cevap beklercesine. Ama cevap gelmiyordu. Başını sallıyordu Eslem ama cevap gelmiyordu. Tekrar pencereye doğru yöneleceği anda. ‘Evet doğacak. Sen olmasan da doğacak. Ama o zaman senin üstüne doğmayacak. Hem dünyanın bir sürü rengi var. Sen neden hep siyahta yaşıyorsun’       Güneşin üstüne doğmaması ihtimali Eslem’i altüst etmişti.

“Siyahta bir renk değil mi?” diye cevap verdi kızgın bir şekilde. Yorulmuştu, yatağına doğru yöneldi. Sahi kaç gün oldu buraya geleli. Yatağa uzandı. Mavi örtüyle ayaklarını örttü. Üşümüştü ayakları

“ Ne oldu? Neden bir şey söylemiyorsun? Hani sen her şeyi bilirdin?” dedi Eslem gülümseyerek. Alaycı bir ifadeyle. ‘ Gökkuşağını düşünüyorum. Sever misin sende?’

Biraz şaşırdı Eslem. Bunun konumuzla ne alakası var diyecekken vazgeçti.

“Severim… Hemde çok severim. Nasıl sevilmez ki gökkuşağı? Bulutlar toplandığında, babam hep bir yağmur yağsada toprak koksa derdi. Ben merak ederdim. Toprak nasıl kokardı bilmezdim. Babama da soramazdım. Utanırdım… Babam toprağın kokmasını beklerken, ben gökkuşağını beklerdim. Gökkuşağının altından geçersen dileğin kabul olurmuş. Ne zaman gökkuşağı çıksa, ben ona doğru koşardım. Babam arkamdan seslenirdi. Nereye koşuyorsun kızım diye. Ben ona doğru döner. Gökkuşağının altından geçeceğim derdim. Babam ise sevgiyle gülümserdi bana. Ama ona gökkuşağının altından geçip annemin dönmesini dileyeceğimi söylemezdim. Üzülürdü sonra babam. Hem hiç geçemedim altından. Annem de hiç geri dönmedi.”

Dönmedi kelimesi hastane odasının duvarlarında uzun bir süre yankılandı. Eslem’in gök mavisi gözlerinden bir damla gözyaşı süzüldü. Soğuktan sıcağa göç eden kuşlar gibi. Önce yanaklarına düştü ilk damla, dudaklarına doğru yol aldı. Dudağının üstünde ki ilk damlayı, alt dudağıyla alıp dudaklarını ıslattı. Duvara doğru çevirdi gözlerini, bir nokta ararmışcasına baktı bir müddet. Tekrar ıslattı dudaklarını.

“ O zamandan beri hep Annem kokar ilk damla” dedi Eslem son söz gibi yahut ilk söz gibi.
Başını yana çevirdi, gözlerini kapattı yavaş yavaş. İşaret parmağını kaldırdı. Bir şey göstermeye çalışıyordu sanki. Aniden indi kolu ve derin bir uykuya daldı.
Gökkuşağı gibi… 
                                                                                                              (Uğur KILIÇ)


  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder